ŞÎA ve HADİS

İmâmiyye Şîası’na göre hadis, Hz. Peygamber ile onun gibi mâsum kabul ettikleri on iki imamın sözleri, fiilleri ve takrirleri olup bunlar arasında fark yoktur. Çünkü Resûl-i Ekrem’e gelen “ruh” onun vefatından sonra imamlara intikal etmiştir (Küleynî, I, 273-274). Bu anlayışla ilgili olarak altıncı imam Ca‘fer es-Sâdık’ın şöyle dediği rivayet edilir: “Benim sözüm babamın sözüdür, babamın sözü dedemin sözüdür, dedemin sözü Hüseyin’in sözüdür, Hüseyin’in sözü Hasan’ın sözüdür, Hasan’ın sözü Emîrü’l-müminînin (Hz. Ali) sözüdür, onun sözü Resûlullah’ın, Resûlullah’ın sözü de Allah’ın kelâmıdır” (a.g.e., I, 53). Netice itibariyle peygamberlerinkine benzer bir makama sahip olan ve onlar gibi Allah tarafından tayin edilen imamların (M. Hüseyin Âl-i Kâşifi’l-Gıtâ, s. 58) sözü Allah’ın sözüdür; çünkü onlar meleklerin ve peygamberlerin bildiği her şeyi bildikleri gibi öğrenmek istedikleri bilgiyi doğrudan Allah’tan alma imkânına sahiptirler (Küleynî, I, 255-258). Ayrıca Resûl-i Ekrem’in Hz. Ali’ye yazdırdığı yetmiş zirâ uzunluğundaki “Câmi‘a” adlı sahîfede insanların muhtaç olduğu her şey, kıyamete kadar vuku bulacak her olay, bütün helâl ve haramlar, hatta cennetliklerin isimleri bile yazılıdır; çürümesi ve yıpranması mümkün olmayan bu sahîfe Hz. Ali vasıtasıyla imamlara intikal etmiştir. Hz. Peygamber’e Mi‘rac gecesi verilen, ondan da Hz. Ali’ye ve imamlara intikal eden “Dîvânü’ş-Şî‘a” adlı bir kitapta da bu tür bilgiler mevcuttur. Ca‘fer es-Sâdık’ın yanındaki “el-Cifrü’l-ebyaz” adlı eserde Zebûr, Tevrat, İncil, Hz. İbrâhim’e verilen sahîfeler ve Hz. Fâtıma’nın mushafı bulunmaktadır (Meclisî, XXVI, 18-67, 121-125). Ehl-i sünnet kaynaklarına göre ise Hz. Ali, Kur’ân-ı Kerîm’den başka Resûlullah tarafından kendisine verilmiş bir şey olup olmadığını soranlara, bazı hükümlere dair üç beş hadisi ihtiva eden küçük bir sahîfeden başka yanında bir şey bulunmadığını, böyle bir iddiayı ileri sürenlerin yalancı olduğunu belirtmiştir (Müslim, “ʿItḳ”, 20; Nesâî, “Ḳasâme”, 9, 13).

Şîa’ya göre Hz. Peygamber sözlerinin yazılmasını hiçbir zaman yasaklamamış, bu sebeple başta Hz. Ali olmak üzere İbn Abbas gibi bazı sahâbîler Asr-ı saâdet’te hadis yazmışlar, Şiîler de daha Hulefâ-yi Râşidîn devrinden itibaren hadisleri tedvin etmeye başlamışlardır. Resûl-i Ekrem’in Hz. Ali’ye bizzat yazdırdığı sahîfe (bazı kaynaklardaki adıyla Kitâbü ʿAlî, bk. Hasan es-Sadr, Teʾsîsü’ş-Şîʿa, s. 279) hacimli bir eser olup bütün helâl ve haramları ihtiva etmekteydi. Resûlullah’ın âzatlısı olup onun zamanında önde gelen Şiîler’den biri sayılan Ebû Râfi‘ el-Kıbtî’nin, Kitâbü’s-Sünen ve’l-aḥkâm ve’l-ḳaḍâyâ adlı eserinde hadisleri ilk defa toplayıp tedvin ettiği söylenmektedir. Yine onlara göre Şiî sahâbîlerden olup Kitâbü Ḥadîs̱i Câselîk’in (Câsîlîk) müellifi kabul edilen Selmân-ı Fârisî ile, Hz. Peygamber’den sonraki olaylar hakkında bilgi ihtiva eden Kitâbü’l-Ḫuṭbe’nin müellifi Ebû Zer el-Gıfârî’den, ayrıca Hz. Ali ve Ammâr b. Yâsir’den rivayette bulunan ve aşırı bir Şiî olarak bilinen Asbağ b. Nübâte (, I, 271), Hz. Ali’nin kâtibi Ubeydullah b. Ebû Râfi‘, sonraları Seccâd lakabıyla tanınan Zeynelâbidîn ilk musanniflerdendir. Ehl-i sünnet mensupları hadisleri yazmaktan çekindikleri ve ancak II. (VIII.) yüzyıldan itibaren hadis tedvin etmeye başladıkları halde Hz. Ali’yi kendilerine örnek alan Şîa grupları hadis yazmayı hiçbir zaman ihmal etmemiştir. Hz. Ali’den on birinci imam Hasan b. Ali el-Askerî’ye (ö. 260/874) kadar Şîa tarafından hadis konusunda 6600’den fazla eser kaleme alınmakla beraber (Hasan es-Sadr, eş-Şîʿa ve fünûnü’l-İslâm, s. 36) 400 kitabın (el-usûlü’l-erbaa mie) her biri “asıl” sayılmakta ve bunların bir başka kitaptan faydalanılmadan doğrudan mâsum imamlardan duyularak yazıldığı kabul edilmekte, ancak altmış veya yetmiş kadarının müellifi zikredilebilmektedir (İbn Şehrâşûb, s. 2; Hasan el-Emîn, [1401/1981], II, 33-46). Bu eserlerden meydana getirilen ve Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en çok itibar edilen şu dört kitap (Kütüb-i Erbaʿa) Sünnîler’in Kütüb-i Sitte’sinin önemine sahiptir: 1. Küleynî’nin (ö. 329/940) el-Kâfî’si (Tebriz 1281; Tahran 1311; I-VIII, Tahran 1375-1378, 1961). Müellifin otuz (veya yirmi) yılda meydana getirdiği belirtilen İmâmiyye’nin bu en değerli hadis kitabı 16.099 hadis ihtiva etmekte olup “usul”, “fürû” ve “ravza” adlı üç bölümden oluşmaktadır. Eserdeki rivayetlerin çoğu Ca‘fer es-Sâdık’ın ve diğer mâsum imamların sözlerinden ibaret olup pek azı Hz. Peygamber’e aittir. 2. İbn Bâbeveyh el-Kummî’nin (ö. 381/991) Men lâ yaḥḍuruhü’l-faḳīh’i (I-IV, Leknev 1306-1307; I-IV, Necef 1377; Beyrut 1401/1981). 5963 (9044: Hasan es-Sadr, Teʾsîsü’ş-Şîʿa, s. 288) hadis ihtiva etmektedir. İbn Bâbeveyh eserini fazla uzatmamak için senedleri çıkarmış ve hadisleri kendince güvenilir bazı Şiî müelliflerin kitaplarından seçtiğini söylemiştir (Men lâ yaḥḍuruhü’l-faḳīh, I, 3). 3. Şeyhüttâife unvanıyla bilinen Ebû Ca‘fer et-Tûsî’nin (ö. 460/1067) Tehẕîbü’l-aḥkâm’ı (I-II, Tahran 1316-1318; I-IX, Necef 1377-1382; Beyrut 1401/1981). 393 babdan meydana gelen eserde özellikle ahkâma dair 13.590 hadis yer almaktadır. 4. Yine Ebû Ca‘fer et-Tûsî’nin el-İstibṣâr’ı (I-III, Leknev, ts.; I-IV, Necef 1375-1376). 920 (915 veya 925) babdan meydana gelen ve Tehẕîbü’l-aḥkâm’ın ihtisarından ibaret olan eserde 5511 ahkâm hadisi bulunmaktadır (a.g.e., s. 288-289; , I, 144). Ebû Ca‘fer et-Tûsî, bu iki eserdeki hadisleri büyük ölçüde el-Kâfî’den seçmiş olup bütün rivayetlerin isnadı muttasıl değildir (üzerlerine pek çok şerh, hâşiye ve ta‘lik yazılmış olan bu eserler hakkında geniş bilgi için bk. KÜTÜB-i ERBAA).

Önem bakımından dört kitaptan hemen sonra gelen üç kitap daha bulunmaktadır. Bunların birincisi Feyz-i Kâşânî’nin (ö. 1090/1679) usul, fürû, sünen ve ahkâmı ihtiva eden el-Vâfî adlı eseri olup (I-II, Tahran 1310-1314; I-III, Tahran 1322-1324; I-III, Kum 1404/1984) Kütüb-i Erbaʿa’daki hadislerin tekrarından ibarettir. Müellif bu eserini daha sonra eş-Şâfî adıyla ihtisar etmiştir. İkinci kitap Hür el-Âmilî’nin (ö. 1104/1693 [?]) Hz. Peygamber, Hz. Ali ve imamlardan rivayet edilen hadisleri tam isnadlarıyla ve çeşitli rivayetleriyle topladığı Vesâʾilü’ş-Şîʿa ilâ taḥṣîli mesâʾili’ş-şerîʿa’sıdır (I-III, Tahran 1269-1271, 1283-1288, 1313-1314, 1323-1324; Tebriz 1313; nşr. Abdürrahim Rabbânî Şîrâzî, I-XX, Tahran-Kum 1376-1389 ve bu neşrin ofset baskısı: Beyrut 1412/1991). Müellif, eserden daha kolay faydalanılmasını sağlamak amacıyla hadislerin isnadlarını çıkararak kitabını Hidâyetü’l-ümme ilâ aḥkâmi’l-eʾimme adıyla ihtisar etmiştir. Mirzâ Hüseyin b. Muhammed Takī en-Nûrî et-Tabersî Müstedrekü’l-Vesâʾil’inde (I-III, Tahran 1318-1321), Hür el-Âmilî’nin eserinde yer almayan hadislerle birlikte toplam 23.000 rivayeti toplamış, Âyetullah Âgā Hüseyin Burûcirdî de Tehẕîbü’l-Vesâʾil’inde Vesâʾil’in bazı yanlışlarını tashih etmiştir. Üçüncü eser, Muhammed Bâkır el-Meclisî’nin (ö. 1110/1698 [?]), Şiî müelliflerine ait 400 kadar eserdeki Şiî-İmâmî rivayetleri bir araya getiren Biḥâru’l-envâr’ıdır (I-CX, Tahran 1376-1394; Beyrut 1403/1983).

Şiî âlimlerinin, kendi hadis kitapları hakkında Ehl-i sünnet’in aksine tutucu olmadıklarını, bu kitaplardaki hadislerin tamamını delil olmaya elverişli görmediklerini, dolayısıyla gerektiğinde onları tenkit ettiklerini, fakat Ehl-i sünnet’in başta Ṣaḥîḥayn olmak üzere Kütüb-i Sitte’deki hadislerin hemen hemen tamamını hatasız kabul edip onları tenkide izin vermediklerini ileri sürmeleri (Dâʾiretü’l-maʿârifi’l-İslâmiyye eş-Şîʿiyye, III, 118, 120) gerçeği yansıtmamaktadır. Ebû Dâvûd ve Tirmizî gibi muhaddisler, Kütüb-i Sitte arasında yer alan kendi kitaplarında zayıf hadisler bulunduğunu belirttikleri gibi Sünnî mezhep imamları da bu kitaplardaki bazı hadisleri tenkit etmişler ve delil olarak kullanılmasını doğru bulmamışlardır (bk. KÜTÜB-i SİTTE).

Şîa’ya göre hadisler mütevâtir ve âhâd olmak üzere iki ana bölümde toplanır. Âhâd hadisler önce sahih, hasen, müvessak ve zayıf olmak üzere dört kısma, bunlar da kendi arasında otuz kadar türe ayrılır. Bir hadisin sahih olabilmesi için onu, mâsum olan Hz. Peygamber’e veya imama varıncaya kadar İmâmiyye’den âdil bir râvinin her tabakada yine kendisi gibi âdil ve İmâmiyye’den olan râviden alarak muttasıl bir senedle rivayet etmesi gerekir. Bir hadisin şâz olması sahih olmasına engel değildir (Şehîd-i Sânî, s. 77-80). Müvessak hadis Şiî olmamakla birlikte, başka bir ifadeyle “akîdesi bozuk olmakla beraber” nakil hususunda güvenilir olduğu yine Şiîler tarafından kabul edilen diğer müslümanların rivayet ettiği hadistir. Buna “kavî” de denir (a.g.e., s. 84-85). Âdil olduğu kesin olarak bilinmemekle beraber övülmüş bir râvinin rivayeti hasen sayılmakta, sahih, hasen ve müvessak hadislerin şartlarına sahip olmayan rivayetler ise zayıf kabul edilmektedir. İmâmiyye için yeni bir terminoloji geliştirerek hadisleri sahih, hasen, müvessak ve zayıf olarak dört kısma ayıran kişinin Ebü’l-Fezâil Seyyid Cemâleddin Ahmed b. Tâvûs (ö. 673/1274) olduğu (Hasan es-Sadr, eş-Şîʿa ve fünûnü’l-İslâm, s. 40) veya bu ayırımı İbnü’l-Mutahhar el-Hillî’nin (ö. 726/1325) yaptığı söylenmektedir. Şîa ulemâsının güvenilir saydığı Sünnî râvilerin rivayetlerini kabul etmesine karşılık Sünnîler’in, yalancı olduklarını ve hadis uydurduklarını ileri sürerek Şiîler tarafından rivayet edilen hiçbir hadisi kabul etmedikleri yönündeki iddialar (Hâşim Ma‘rûf el-Hasenî, el-Mevżûʿât fi’l-âs̱âr ve’l-aḫbâr, s. 53) gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Nitekim Buhârî’nin, dâî olmamak kaydıyla güvenilir Şiîler’in rivayet ettikleri hadisleri eṣ-Ṣaḥîḥ’ine aldığı bilinmektedir. Şîa’nın Sünnî hadis kitaplarında yer alan hadisleri güvenilir kabul etmemesinin en önemli sebebi, bu hadislerin çoğunun onların âdil saymadığı kişiler ve sahâbîler tarafından rivayet edilmiş olmasıdır. Onlara göre bir hadisin muteber sayılabilmesi için oğuldan babaya doğru Ca‘fer es-Sâdık - Muhammed el-Bâkır - Zeynelâbidîn - Hz. Hüseyin - Hz. Ali - Resûlullah yoluyla gelmesi gerekir. Ehl-i beyt’ten olmayan sahâbîlerden, meselâ Ebû Hüreyre, Semüre b. Cündeb, Amr b. Âs gibi kişilerden gelen rivayetlerin hiçbir değeri yoktur (M. Hüseyin Âl-i Kâşifi’l-Gıtâ, s. 79). Genellikle Şiîler yalancı, hatta mürted, kâfir, fâsık ve münafık saydıkları sahâbîlerin rivayetlerini ihtiva etmesi sebebiyle Kütüb-i Sitte’nin hadislerine güvenilemeyeceği görüşündedirler (Bakan, s. 72, 74). Mâsum imamlardan Ca‘fer es-Sâdık’ın, ashabın Hz. Peygamber hakkında doğru söylediğini belirtmesine rağmen (Küleynî, I, 65) Şîa’nın sadece Selmân-ı Fârisî, Ebû Zer el-Gıfârî, Mikdâd b. Esved ve Ammâr b. Yâsir gibi belirli sahâbîleri güvenilir kabul etmesini (Hasan es-Sadr, eş-Şîʿa ve fünûnü’l-İslâm, s. 31) anlamak kolay değildir.

Şiî âlimleri, Hz. Ali’ye ve Ehl-i beyt’e muhabbetiyle tanınan Hâkim en-Nîsâbûrî’yi (ö. 405/1014) İmâmî bir Şiî olarak kabul ederler ve onun Ehl-i sünnet tarafından da kabul gören Maʿrifetü ʿulûmi’l-ḥadîs̱’ini yaygın kanaatin aksine usûl-i hadîs sahasında kaleme alınan ilk eser sayarlar. Şehîd-i Sânî lakabıyla anılan Zeynüddin b. Ali el-Âmilî’nin el-Bidâye fî ʿilmi’d-dirâye adlı eseri de Şîa’nın önemli usûl-i hadîs kitapları arasında yer alır. Kitap müellifi tarafından er-Riʿâye fî ʿilmi’d-dirâye adıyla şerhedilmiştir (nşr. Abdülhüseyin Muhammed Ali Bakkāl, Kum 1408/1987). Ayrıca Hüseyin b. Abdüssamed el-Hârisî’nin Dirâyetü’l-ḥadîs̱’i (Tahran 1306) ve oğlu Bahâeddin el-Âmilî’nin er-Risâletü’l-Vecîze diye de anılan Dirâyetü’l-ḥadîs̱’i de (Süleymaniye Ktp., Çelebi Abdullah Efendi, nr. 39, vr. 5-8; ayrıca bk. , II, 597; Âgā Büzürg-i Tahrânî İran’da birçok defa basıldığını söylemektedir: eẕ-Ẕerîʿa, XXV, 51) kayda değer eserlerdendir.

Şîa hadis ricâli konusunda da dört kitabı asıl kabul etmekte (Ebû Ca‘fer et-Tûsî, s. 4), daha sonraki eserlerin bunlara dayandığını söylemektedir. Bunların ilki, Ebû Amr Muhammed b. Ömer el-Keşşî’nin (ö. 340/951) Sünnî ve Şiî râvileri ihtiva eden Maʿrifetü’n-nâḳılîn adlı eseri olup Ebû Ca‘fer et-Tûsî kitaptan Sünnîler’i çıkararak Şiî râvilerden oluşan İḫtiyâru maʿrifeti’r-ricâl adıyla yeni bir eser meydana getirmiştir (bk. bibl.). İkinci ve üçüncü eserler de yine Ebû Ca‘fer et-Tûsî’ye ait olup bunlardan Ricâlü’t-Tûsî’de (nşr. Muhammed Sâdık Âl-i Bahrülulûm, Necef 1381/1961) Hz. Peygamber’in ashabı ile on iki imamın yakınları kronolojik sıraya göre ele alınmakta, Fihrisü’t-Tûsî’de ise (Kalküta 1873; nşr. Muhammed Sâdık Âl-i Bahrülulûm, Necef 1961; Beyrut 1983) eserleri Şîa’ya göre asıl mahiyetinde olanlarla diğer müellifler incelenmektedir. Dördüncü eser, Ahmed b. Ali en-Necâşî’nin ilk Şiî müelliflerine dair Kitâbü’r-Ricâl’idir (Ricâlü’n-Necâşî) (Bombay 1317; nşr. Muhammed Cevâd en-Nâînî, I-II, Beyrut 1408/1988).

En çok hadis rivayet ettiği söylenen Şiî râvilerinin başında Câbir el-Cu‘fî (ö. 128/746) gelmekte, onun naklettiği 140.000 hadisin yarısını bizzat Muhammed el-Bâkır’dan aldığı belirtilmektedir (Hür el-Âmilî, XX, 151). Ancak Ebû Hanîfe ve İbn Kuteybe başta olmak üzere Sünnî âlimler Câbir için “zayıf, kezzâb, metrûk” değerlendirmesini yapmışlardır. İmâmiyye Şîası içinde Ahbâriyye kolunun ileri gelen hadis âlimleri arasında yer alan Hür el-Âmilî’nin belirttiğine göre Şiîler, 300 yıldan fazla bir süre boyunca hadisleri mâsum imamların huzurunda yazdıkları için Kütüb-i Erbaʿa’yı tasnif eden üç imam döneminde, hatta daha sonraki zamanlarda bile sened tenkidini bir mesele olarak görmemişlerdir. Sahih rivayetleri zayıflarından ayırt eden bu musannif imamların eserlerindeki rivayetlerin güvenilir olduğunu belirtmeleri onların senedlerinin sağlamlığı için bir garanti sayılmıştır. Fakat Şiîler, kitaplarındaki hadislerin senedleri bulunmadığını söyleyerek bunları tenkide tâbi tutan Ehl-i sünnet’e karşı hadis kitaplarını savunmak zorunda kalınca yüzyıllar sonra Sünnîler’inkine benzer hadis terimleri ve isnad sistemi geliştirmeye gayret etmişlerdir (a.g.e., XX, 96-100). İmâmiyye’nin Ahbâriyye koluna mensup âlimlerin Ehl-i sünnet taklitçiliği sayarak karşı çıkmasına rağmen İbnü’l-Mutahhar el-Hillî VII. (XIII.) yüzyıldan itibaren hadisleri sahih, zayıf gibi gruplara ayırmış, X. (XVI.) yüzyılda da ilk Şiî hadis usulü kitabı kaleme alınmıştır. Cerh ve ta‘dîl ilminin daha sonra ortaya çıkması sebebiyle de Şiîler aslında var olmayan pek çok ismi hadislerin senedine eklemişlerdir. Zira gerçek anlamda tenkit sistemi kullanılsaydı, İmâmiyye fakihlerinin ileri gelenlerinden İbn Usfûr el-Bahrânî’nin dediği gibi, Şiî hadis külliyatındaki rivayetlerden çok azı geride kalabilecekti (Nâsır b. Abdullah el-Kafârî, s. 384-388).